Fenerbahçe’ye Taşradan bir bakış: Kaçan Golü Alkışlamaktır Taşralılık
Evet, nereden icap etti denilebilir. Taşrada yaşama
hikayemize kısaca değinerek başlayalım arzu ederseniz. Eşimin işyerinden gelen
teklife evet demekle başladı her şey. Yıllarca Kadıköy semtinde (kutsal
topraklar) ikamet ettikten sonra yeni bir fırsat diye düşünüp gelen teklifi
olumlu yanıtladık ve buralardayız.
Yılların verdiği alışkanlık ve daha önemlisi tanıdıklık
duygusu en büyük kayıp oldu benim adıma. Alışkın değilim yaşadığım yerin
yabancısı olmaya. Alışkın değilim her karışını bildiğim Kadıköy’den uzak
olmaya. Ama en çok Fenerbahçe Stadına uzak olmaya alışkın değilim (biraz Özal’a
telgraf çeken başçavuş gibi oldu ama idare edin). Maça gidemesen bile Moda’ya
stattan gelen uğultu yahut tezahürat sesleri, maç günü yaşanan trafik çilesini
özledim. Ama insanoğlu su misali girdiği kabın şeklini alırmış. Biz de buraların
havasına suyuna daha da önemlisi uzaktan sevmeye alışmaya gayret ediyoruz.
Maç günlerinde bir farklı olur Kadıköy… Çarşısı daha bir
kalabalıktır mesela. Çarşı esnafının yüzü güler o günlerde. Sorsan onlara her
gün maça hayır demezler. Meyhaneler, birahaneler lebaleb dolar. Sair günde bile
sarı-lacivert atkılı birilerini gördüğün bir semtte o günlerde her yer
sarı-laciverte bürünür. Herkesin dilinde geçen hafta kaçan bir golün
değerlendirmesi, yeni transferden beklentiler yahut bu maçta kimin ilk 11’de başlayacağı
gibi konular vardır. O esnada gelen zamlar, hükümet politikaları ya da bir
sanatçının son plağının yorumlarını duyamazsınız semtte. Seveni sevmeyeni
herkes bir şekilde Fenerbahçe’yi konuşur. O yüzden Kadıköy’de yaşayıp başka
takım taraftarı olmak çiledir bazıları için.
Son altı ayın 4 ayında futbol sezonu olduğundan taşradan
Fenerbahçe’ye bakmaya saatlerimizi Eylül ayına kurarak başlayalım. Salihli
Manisa’dan ilk kez eşimle kalkıp Çankaya İzmir’e geldiğimizde kafam karışıktı
biraz. Eğer maça gitmediysem televizyondan izlemek adetim yoktur. Hele hele
topluca maç izlemeyi hiç sevmem. O sebeple “acaba hata mı ediyorum?” diye
içimden geçirerek girdim mekana.
Tanıdık 1-2 yüz vardı. Gerisi yeni insanlar. Yeni girdiğim
ortamlarda genelde sevilen bir yapım yoktur. Ukala ve soğuğumdur. Bundan da
epeyi mutlu… Kimse yanaşmaz sana ve dolayısıyla kimseyle tartışmak zorunda da
kalmazsın. Hoş geldin beş gittin faslından sonra sessizce ikram edilen rakımı
yudumlayıp kulak kabartmaya, fazla göz teması kurmadan dinlemeye başladım.
Bizim memlekette dinleme disiplini yoktur zira…
Daha ziyade gençlerin olduğu kısım daha hareketliydi
elbette. Galatasaray maçı olması heyecanı daha da artırıyor ve hararetli
tartışmalar ya da geçmiş yıllardaki gollerin hatırası ortamda yankılanıyordu. Kimisi
bilmem kaç yılında atılan bir golü tasvir ediyor, kimisi stada dair anısını
naklediyor, kimisi ise yeni bestenin yanlış söylenen sözünü düzeltmekle
başlıyordu işe arada bana çekingen nazarlar sarkıtarak.
Bazıları simaen beni tanıyor ve göz teması sağlandığı ilk
anda bir şeyler söylemek istiyor havadaydı. İki paragraf yukarıda izah ettiğim
şekilde bu ilk etapta onlar adına pek müspet sonuçlanmadı. Biraz ortamı tartıp,
genel havayı kendimce süzdükten sonra kafamı kaldırdım. Mekanda bulunan kadim
dostuma bir laf sarkıttım sadece onun ve belki onun yanında olan birinin
duyabileceği şekilde. Neydi dediğim hatırımda değil. Ama pek mühim bir şey
olmasa gerek. Anlaşılan genel bir çelik çekirdeğin etrafında daha az sıklıkla
bu grupla takılan ama maçın derbi olması hasebiyle kendiyle aynı paydada
durduğunu düşündüğü kişilerin yanında maçı izlemeye gelenlerin sayısı da
azımsanmayacak düzeydeydi.
Hay huy derken başlama düdüğü çalındı ve heyecan, stres
silsilesi başladı. Normalde Galatasaray derbilerini asla televizyondan izlemem.
Yüreğim o stresi kaldırmaz. Statta olmayınca işin bir parçası olmadığımı
hissederim. Skora, oyuna yahut tribüne etkim olmayacak diye hayıflanırım (sanki
statta olduğumda oluyor da…).
İlk dakikalarda aklımda yer eden bir pozisyon olmadığından o
kısmı geçelim. Maçın yirmili dakikalarında penaltı kazanıldı. Pek haz etmediğim
Emre topun arkasına geçti ve skor 1-0 lehimize döndü. Her Fenerbahçeli gibi
taşralı da rahatladı. O dakikaya dek koltuğun ucunda ve her an kalkmaya hazır oturanlar
daha bir rahat oturdu o koltuklara. Arkalarını biraz daha yaslayarak… Golün
üstünden birkaç dakika geçmesine rağmen halen penaltı pozisyonunu tartışanlar
vardı. Bir kısmı ise maçın devam ettiğini hatırlatıyor ve konsantrasyonun
kaybolmamasını salık veriyordu.
İlk yarı bittiğinde takım 1-0 öndeyken herkesin neşesi
yerindeydi kuşkusuz. Tartışmalı pozisyonlar, verilmeyen fauller ana sohbet
konusuydu. Ve ikinci yarı başladı. Fenerbahçe bastırıyor ve gol kaçırıyordu.
Maçı önde götürmenin verdiği moralle taşralı TV’den izlediği oyuncusunu
alkışlıyordu kaçan golden sonra sanki oyuncu duyacakmışcasına naifçe… Gözler
kırpılmadan tepedeki televizyona sabitlenmişti adeta. Tırnağını kemirenler,
hakeme sallayanlar derken rahatlatıcı ikinci gol geldi. Maç da o skorla bitti.
Maç sonrasında yorumlar her yerde olduğu gibi taşrada da
eksik olmadı. Hakemi ya da bir oyuncuyu eleştirme durumunda eleştiren de
dinleyen de şu cümleyle hep bağladı olayı : Amaaan yendik ya, gerisi mühim
değil. Her tarafta olduğu gibi buralarda da galibiyet tüm sıkıntıların üstüne
sünger çekmişti.
Çoğu Kadıköy’de bulunmamış, stadın yerini bile bilmeyen ve o
görmedikleri takıma aşık taşralılar soru yağmuruna tuttu bizi. Bildiğimiz
kadarıyla yanıtladık. Tonla soru vardı muhtemelen kafalarında ama hepsini
soramadılar sanıyorum. Nasılsa artık bizde buralardaydık, daha çok fırsat
olurdu.
Tuhaf bir halet-i ruhiyeyle yola revan olduk. Karışıktı
düşünce ve duygularım. Ait hissetmedim kendimi. Yabancısı olduğum bir
psikolojiydi her şeyden önce. Onca Fenerlinin arasında deplasmanda hissettim
kendimi tüm cana yakınlıklarına ve sıcaklıklarına rağmen. Alışma sürecim
sandığımdan uzun sürecek kesinlikle. Ben taşralılaştıkça onlar şehirli olacak
belki de. İstanbul’daki taraftardan çok farklılar bir kere.
Benim açımdan farklı bir deneyimdi. Aynı renklere gönül
verdiğim değişik bir kentin çocuklarıyla farklı duygu ve düşüncelerle
takımımızı izlemiştik. Fenerbahçe’ye ve tribüne farklı baksak da aynı kaçan
gole üzüldük aynı golle sevindik. Zaman her şeyin ilacı sanırım.
Saygılarımla,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder