26 Mayıs 2023 Cuma
26 Mayıs 2015
“Balık baştan kokar”…
“At sahibine göre kişner”…
Atalarımız bu ve benzeri özlü deyişleri haybeye etmemişler. Bir bildikleri var ki söylemişler. Fenerbahçe Spor Kulübü’nün durumu da bundan ibarettir nazarımda.
Aziz Yıldırım dönemindeki Fenerbahçe ile başlayalım söze. Kendisi başa gelmeden önce tesis fakiriydi kulüp. Tapulu malı yoktu (Şimdi de var mı emin değilim. Mülklerin ne kadarı 49 yıllığına kiralanmış, kaç tanesi kaçak değil ya da kulübün malı bilmiyorum, bir kısmının olduğunu varsayıyorum). Dereağzı’nda bir adet çim saha vardı ve o sahadan sanırım en son Müjdat Yetkiner A takım seviyesinde futbol oynadı başarıyla ve uzun soluklu – hatta rekor da kendisinde. Aziz beyin ilk işi o sahanın yanına 2-3 tane daha kondurmak oldu. Yeşil çimenimizin metrekaresi arttı. Akabinde Samandıra Tesisleri geldi. Yine bol çimen ama o çimenlerden Kadıköy’de gururla izlediğimiz kimseler çıkmadı. Topuk Yaylası… Kamp için ideal. O tesislere tav olup gelen topçular muhtemelen üçüncü dünya ülkelerinin mensubuydu yahut Grasshopper’da top koşturmuşlardı kariyerlerinin doruğunda…
Eski yönetici Vefa Küçük kanalıyla kapalı yüzme salonu… Ve Saraçoğlu Stadyumu… Ülker grubuna yaptırtılan basketbol salonu… Bizi en çok ilgilendiren iki yer.
Akabinde 3 Temmuz sürecine uyandı Fenerbahçeliler. Ben önce şaka sandım. Öğleni bulmaz salarlar ve bu işten bir şey çıkmaz diye düşündüm Özgür Dos sabah aradığında. Kaldığım yerden kahvaltıma devam ettim. ( Bu konuya da geleceğiz).
İki kez görevini bıraktığını açıkladı başkan. Birinde çok ciddi ve yoğun katılımlı bir yürüyüş de oldu aklımda doğru kaldıysa bırakmasın diye. Toplamda 5 kez Türkiye Ligi şampiyonluğu, 2 Süper Kupa, 2 Türkiye Kupası, 1 Atatürk Kupası ve 1 Başbakanlık kupası kazanıldı. Önemli oyuncular takıma transfer edildi. Bize geldiklerinde kariyerleri tartışılmayacak oyuncular… Alex de Souza, Kezman, PvH, Revivo, Andersson, R.Carlos, Anelka, Niang, Kuyt vs ilk aklıma gelenler.
Temelde ilk etapta aklıma gelen kilometre taşları bunlar kalıcı icraat bazında. 1998’den bugüne…
Şimdi gelelim diğer kısımlara… Fenerbahçe’nin bol çimenli, bol oksijenli ve modern tesisleri yoktu belki ama taraftarının dibinde, Kadıköy’ün göbeğinde antrenman yapar ve ünlü yahut vasat oyuncuları bu renklere sevdalı insanlar izleme şansı bulurdu. İki adım mesafedeydi her şey. İcabında eski lunaparkın oraya top kaçtığında Fenerbahçe’nin malı diye koşar topu sahaya geri atardı çocuklar. Çalışanlar yeri geldiğinde işyerinden kaçar ve idmanı izlerdi. Canı sıkılan, kafası bozuk olan orada morallenir ve hayata devam ederdi kaldığı yerden. Teselliydi çünkü Fenerbahçe…
Bazısı modern çağın gereği diyebilir ama futbol romantik bir oyunsa şayet, o romantizmi kendi içinde yaşayanlardan ve sevdalılarından koparıldı Fenerbahçe Samandıra ile birlikte. Ve hala o çimenlerden geleceğe dönük tek futbolcu çıkmış değil. Beklemedeyiz…
Beni/bizi ilgilendiren en önemli icraat şüphesiz ki stadın büyütülmesi ve tamamlanmasıydı. Eski stadın numaralısına göre H bloktaki yerimizden yeni stattaki F bloğa geçişimiz… Gereksiz tartan pistin olmaması, tribünlerin diklemesine ve zemine/sahaya yakınlığı vs ile sevdik biz bu yeni stadı. Büyük hayaller kurduk. Güzel anılarımız da oldu bir hayli, hayal kırıklıklarımız da… Futbolun içinde olan şeyler bunlar. Ama zamanla o tribünlerdeki harmoni kayboldu. Stadın büyüklüğünden kaynaklandığını söyleyenler de oldu ama bence taraftara ne düşünmesi, ne hissetmesi, neyi nasıl yapması gerektiği “bir bilenin” ukalalığıyla dikte edilmeye başlandığında koptu işin halatı, bozuldu büyüsü. Büyük statla beraber taraftar gruplarının iletişimi de sekteye uğradı. Gitti spontan tepki verebilen tribün. Geldi yerine koltuğunda başkası oturduğu için şikayet eden, kulübe faks çeken adamlar. Stat büyüdükçe anladık ki o bahsedilmesinden çok keyif alınan ve hiçbir reelliği olmayan “25 milyon” taraftarın seyirci unsurları ağırlıkta tribünlerde. Eski statta kuyruk çilesinden çekinen, üşenen adam bir anda başımıza “ali kıran baş kesen” olmuş ! Onun nazarında Fenerbahçelilik; stada girmeden Fenerium’dan alışveriş, üye kartı alımı, Todori’de yenen yemek , Nazlı’nın orada maç öncesi sokaklara bağıran taraftarı izleyip fotoğraf çekip sosyal medyada paylaşmak. Bunları yaptın mı alasından Fenerbahçelisin. Eyvallah. Onlar da böyle seviyorlar demek ki.
Bu dönemde şakşakçılar türedi mesela. Tamamen iyi niyetle çıkan “Hep destek, Tam destek” bile bunların ağzında anlamını yitirdi. 12 numara isimli garip bir oluşum çıkarıldı piyasaya. Fenerbahçeliliği ve Fenerbahçe’yi en çok vuran bu tip oluşumlardı aslında.
Taraftarın da bol hataları oldu elbette, bunların ekmeğine yağ süren. Sürekli tribün liderinin ismini bağırıp bunu fetiş haline getiren gençler farkında olmadan kutuplaşmayı körüklediler. Üstüne başkanın en mutlu günümüzde eline mikrofon alıp taraftara hakaretamiz anonsları ile tüy dikildi. Hele sadece kadınların ve çocukların izlediği maçta da bunu yapmasının izahı yok psikolojide… Fenerbahçeli maalesef ikiye ayrıldı resmen.
Basketbol salonu yapıldı ama inatlaşma ve kutuplaşma orada da sürdü. Para ve bedava bilet karşılığı kurdurulan bir grup aynı diğer taraftaki gençlerin kendi liderleri için farkında olmadan yaptıklarını, her başarısız sonuçta başkan lehine tezahürat yaparak gerçekleştirdiler.
Fenerbahçe’nin ligin son 3 haftasına önde girip de verdiği şampiyonluk yokken son maçta tam iki kez bu travmayı yaşadık bu dönemde( Gs ile girilen mücadele bana benzer gelmemekte. Ligi zaten 9 puan farkla bitirdiklerinden olması gerektiği gibi şampiyon oldular). Milletin artık son maça 4 puan önde girmek dışında güvendiği puantaj kalmadı neredeyse !
3 Temmuz … Türkiye tarihte görülmemiş bir olaydı. Önce şaka sandım. Ama işler ilerledikçe ortaya hayatımızda ilk duyduğumuz tape lafı girdi. AQ tape ne be ! Teyp bilirdik de bu ne ola ! Bir sürü belge saçıldığı ortalığa. Neyin doğru kimin haklı olduğunu çözemeyince bıraktım ben işin peşini. Şike yaptık yapmadık, bilmiyorum. Ama bu ülkede hiçbir şey doğru gitmediğinden eğer yaptıysak da o iş tavsadı. Eğer yapmadıysak hakkımızı arayacağımız karşı mahkemeler açılmalı. Açıldı mı ? Bilmiyorum. Takip etmedim. Ama “namus davası Cas” ne oldu ?
Bu süreçte Aykut Kocaman hiç görev tanımında olmamasına rağmen dik durdu, toparlayıcı rol oynadı. Takdir ettiğimi kayıtlara geçireyim. Antrenörlüğünü beğenmesem de Fenerbahçe’ye oynattığı futbolu sevmesem de hakkını teslim etmek lazım.
Saygıdeğer başkanımız bu süreçte çok yalpaladı. Kişisel olarak kendisini korumak istemesine sonsuz saygım var. İnsani bir durum neticede. Sağlığını, ailesini düşünmesinden daha doğrusu ve doğalı olamaz. Ama o kadar büyük yalpalamalar yaşadı ki… Bir gün Mustafa Kemal’in takımı, Cumhuriyet’in son kalesi iken (!), öbür gün Rte sevdalısı gibi konuştu. Mahkeme yaklaştıkça iktidara yanaştı. Akabinde patlayan paralel(!) saçmalığına atıfta bulundu. Kafaları duman etti. Hep konuşursam kıyamet kopar imasında bulunurken Fenerbahçe kafilesinin otobüsü kurşunlandı. Spor tarihinde eşine az rastlanır bir adli vaka oluştu. Yine düşünmeden ve boyundan büyük laflar edilip altında kalındı. “Failler bulunana dek maça çıkmayacağız”. Yalancı çoban hikayesine dönen ve düşünerek konuşacak vakti varken, kıçına neft yağı sürülmüş kedi gibi aceleci laflarla tüm camia töhmet altında bırakıldı bilmemkaçıncı kez geri vitese takıldığında !
Makamın güvenirliği onarılmaz şekilde zedelendi, makama itimat kalmadı. Oyuncağı elinden alındığında gözyaşı dökmeden ciyaklayan çocuğa döndü Fenerbahçe kamuoyu nezdinde.
Fenerbahçe kongresinde potansiyel tehdit olarak görülen herkes ötekileştirildi. Üstelik bu kişilerin tamamı Aziz beyin listelerinden yönetime girmiş kişilerdi. Bir anda tükaka oldular ne hikmetse. Sadece tükaka olsalar yine iyi. Adamların itibarlarıyla oynanıldı. Berkin Elvan’ın annesinin yuhalatılması seansı gibi işler döndü kulübün televizyon yoluyla dost-düşman herkese açık kongrelerinde.
Dünyaca tanınan ve kariyerli oyuncuları izledik sayesinde başkanın, Allah razı olsun. Ama neredeyse tamamıyla yollar hep sorunlu ayrıldı. Hep kötüleyerek, hep mahrem konular ortaya saçılarak ve hep saçma sapan bahanelerle (bacak bacak üstüne atıp, tweet atmak vb.). Milletin eski topçuları kulüplerine geri dönmek umuduyla yanıp tutuşurken, o umudu canlı tutarken içinde bizden ayrılanlar/ayrılmak zorunda bırakılanlar lanet ettiler içlerinden büyük ihtimalle, ah ettiler. Onlarca maça çıkıp taraftarın sevgisini kazanan insanları alenen aşağılamak, takımı yöneten teknik adamları itibarsızlaştırmak başkanlık makamı adına, Fenerbahçeliliğe hiç yakışmadı.
Her seferinde bir mazeret, her seferinde “ben haklıyım”cılık, her seferinde suçu olur olmaz kişilere atmak… Gelenek haline geldi.
Koca camiada hep haklı kendisi oldu. Her şeyi bilen kendisi. Tek Fenerbahçe aşığı başkandı. Hatta Fenerbahçe için hapis de yatmıştı. İşte bu sevgisizlik, bu ben-yaptım-olduculuk, insanları ve emeklerini hakir görmek, nobranlık, ukalalık, yalancılık, taraftarı ikiye ayırıp kutuplaştırmak, camianın içine nifak tohumları ekmek, “Her şeyin iyisini ben bilirim. Teknik adamların etkisi sıfır” diyerek futbol bilimine aykırı laflar etmek, kendisinden bir Neron çıkartmaya çalışmak, aynı görüşü paylaşmadıklarını kurtlar sofrasında yem etme gayretleri… Yazmakla bitmez icraatlar.
Gerekirse ;
Samandıra’yı yıkalım, ormana katalım. Dereağzı bize yeter…
Stadyumu yıkalım, halı sahayı genişletip orada oynayalım…
Topuk Yaylasını yerle bir edelim, Antalya’da kamp yapalım…
Basket salonunu sahibine verelim, Caferağa’da yahut başka salonda oynayalım…
Flaş transfer yapmayalım ama ahlaklı futbolculara dünyanın en onurlu ve muhteşem formasını emanet edelim…
Küçülürken büyüyelim…
Özümüze dönelim…
Çok daha doluyum dostlar. O yüzden kısa yazdım...
Saygılarımla,
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)